23 Aralık 2007 Pazar

KALBİN GIDASI



Bir ağacın meyvesi onun özetidir. Meyvede ve onun kalbi olan tohumda bir ağaç saklıdır. Dolayısıyla meyvenin tüm ağaçla bağı vardır. Tüm ağacı kuşatan bir sevgi içinde barındırır. Ağacın her hangi bir yerindeki olaydan etkilenir. Aynen bunun gibi insanda kainat ağacının nazik ve nazlı bir meyvesidir. İçinde taşıdığı kalb çekirdeği tüm kâinatla ilgilidir. Tüm kâinatı içine alan bir sevgi kalbde yerleştirilmiştir.


Bu özelliği dolayısıyladır ki kalb birlikte olduğu eşya ve insanlara hemen ünsiyet eder. Onları sever ayrılmak istemez. Ayrıldığında özler. Askerliğini bitiren, oturduğu ili değiştiren, işyeri değiştiren, hatta işyerinde oda değiştiren insan eski yerini ve dostlarını özler.


Beraber olduğu şeye hemen ünsiyet eden ama beraber olduğu her şeyinde er geç kendini terk ettiği ve bu terkle parçalanan kalb sanki bu dünya ya ait değildir. Başka alemlere bakıyor. Çünkü bu dünya ve içindekiler ona mutluluktan çok elem veriyor.


Oysa nefis ve cisim öyle değil bu dünyaya ait gibiler. Bu dünyanın nimetleri pekala onları doyuruyor ve mutlu ediyor. Sanki ebedi bir yolculuğu olan kalb bu dünya hayatı boyunca, dünyaya ait olan cisme hapsedilmiş gibi. İnsanın bu dünya da varlığını sürdürmesi için bu dünyaya ait olan cisminin bu dünyada bulunan ihtiyaçlarını karşılaması gerekiyor.


Ancak insan cisimden ibaret değil, hayat da bu dünyadan ibaret değil, aynı insanın kalbini de hayatlı kalmasını sağlamak için, başka aleme ait olan kalbinin de gıdasını ait olduğu alemden, yani beka aleminden karşılaması gerekiyor. Yoksa kalb cisme tabi olup kısa dünya hayatında boğulup gidecek.


Oysa insan ebede giden bir yolcu ve yolculukta daimi olan, asıl olan kalb, cisim sadece bu dünyada ona arkadaşlık eden bir elbise gibi. Kalb uzun yolculuğuna, dünyadaki cisimden ayrı olarak devam edecek.


Bu manayı kolaylaştıran şöyle bir misal verilebilir. Dünya ölçeğinde düşündüğümüzde insanın ait olduğu yer kara ve havanın birlikte olduğu yer yüzü. Yeryüzüne ait olan insanın deniz dibine bir süreliğine asıl yurdu olan yeryüzünü ilgilendiren vazife yapmak üzere dalış yaptığını düşünelim. Bu insan gittiği yere yani deniz dibine uyum sağlamak için bir elbise giyiyor. Onu basınçtan koruyor. Ama bedeninin varlığının devamı için ait olduğu hava âleminden, bir hortum vasıtasıyla her an hava alması gerekiyor.


Bu insan deniz dibinin cazibesine dalsa renk renk balıkları, mercanları, ağaçları görüp onların cazibesine kansa ve ait olduğu alemle bağını (hortumu) koparsa denizin dibinde boğulup kalacak, asıl yurduna dönemeyecektir. Denizde madem misafirim boş boş dolaşayım da diyemez çünkü asıl yurdunu ilgilendiren vazifeleri var. Yani hem misafir olduğunu unutmayıp oraya bağlanmayacak, hem de vazifesini yapacak.


İnsan bu dünya da aynen örnekteki insana benziyor. Bu dünya asıl yurdu değil. Asıl yurdunu ilgilendiren vazifeleri var. Ama misafir olduğunu unutmamak ve dünya denizinde boğulmamak için asıl yurdundan sürekli beslenmeye ( hava almaya) muhtaç. Kalbi ve ruhu sürekli oradan gıda almak zorunda. Tıpkı ailesini asıl yurdunda bırakıp askere giden ve askerliğin zor şartlarına ancak ailesini ve onlara kavuşma ümidini düşünerek katlanan bir asker gibi.


Nefis dünyalı olduğu için ve dünyada yaşadığımız için ve dünyevi şeyler nefse gıda olduğu için klabe oranla avantajlı gibi görünüyor. Adeta kalb nefis kafesinde hapsedilmiş gibi. Dalgıç elbisesinin asıl olmayıp insanı daraltan bir elbise gibi nefis. Kalb ve ruhun daralma karşısında boğulmaması ve bir gün nefis, cisim kafesinden çıkması gerekiyor.


Peki, kalb ve ruh nasıl asıl yurdundan gıda alır beslenir. Bu soruya Bediüzzaman 24. sözde şu cümle ile en güzel cevabı veriyor. "Ubûdiyet ise, onun (insan) yüzünü fenâdan bekâya, halktan Hakka, kesretten vahdete, müntehâdan mebde'ye çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde' ve müntehâ ortasında bir nokta-i ittisâldir"

Demek insanın daracık ve sıkıntılı dünya hayatında boğulmaması için ibadetle asıl yurduna yönelmesi, oradan haberler alması, oradan gıdalanması gerekiyor. Taki ruh cisim kafesinden sıyrılıp yanı anda yüz binler mekanda bulunma ve yüz binler nimetleri tatma saadetine kavuşun.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Örnek çok iyiydi..