6 Ocak 2008 Pazar

KAZANIRKEN DE TÜKETİRKEN DE TÜKENMEK

Kainatta herşey varlık gayesini yerine getirmekle değer kazanıyor. Ve bu vazifesine uygun davrandığı oranda lezzet alıyor. Gözler gördükce, ayaklar yürüdükce, kuşlar uçtukca mutlu oluyorlar. Onları vazifesinden alıkoymak onlara azap oluyor.

İnsan dışındaki varlıklar imtihana tabi olmadığı için varlık gayelerine uygun olarak sevki ilahi ile çalıştırılıyorlar. Çok mutlu oldukları her hallerinden anlaşılıyor.İnsanın ise imtihan sırrı gereği vazifesini aklını kullanarak, vahye kulak vererek öğrenmesi ve ihtiyarıyla yerine getirmesi gerekiyor.

Yapan bilir, bilen konuşur kaidesiyle insanı yaratan ve en iyi bilen Rabb'i ona yerine getirmekle en mutlu hali alacağı vazifelerini peygamberleri ve kitapları aracılığıyla bildirmiş.
İnsanların en fazla önemsediği ve en fazla vakitlerini ona sarf ettikleri rızık edinme ve tüketme konusunda da insanın vazifelerini bildirmiş. En fıtri dolayısıyla en lezzetli şeklini bize öğretmiş.

Kainatta aslolanın maddi lezzetler (istifade) olmayıp, kalbe ve ruha ait olan manevi lezzetler, iltifatlar (istifaze) olduğunu anlamayan insanlar, rızkı ararken de tüketirkende aslında tükeniyorlar.

Allah insana verdiği asıl vazifeye vesile olan işleri gördürmek için o vazifeyede (yeme, içme, çoğalma, uyuma vs.) bir lezzet koymuş. Ama o işler asıl iş olmadığı gibi, lezzetler de asıl lezzet değil. Asıl işe yardımcı olan ara işler. Asıl olmayan bu lezzetler, cüzidir, kısa sürelidir, az miktarla tatmin edilir. Ve ihtiyaç haline gelmezse o az olan lezzeti bile temin etmez.

Mesala insan acıkmadan yemekten lezzet alamaz ve açlığında ise bir kaç lokma ile doyar. Onun sonrasında yemek ısrarı işkenceye dönüşür. Asıl olanın, daimi olanın, tatmin edildikçe ihtiyacın dolayısıyla lezzetin arttığı tüketimin kalb ve ruha ait olduğunu bilmeyenler kalb ve ruhun kesintisiz gıda ihtiyacını ( lezzet alma, mutlu) karşılamak zorunda kalır. Bildiği en lezzetli şeyleri daha fazla tüketmekle daha fazla lezzet alacağını zanneder. Susuzluktan yanan mideye yağlı yemek yedirmek çare olamayıp bilakis susuzluğu arttırdığı gibi, cismani tatmin arayisları insanın açlığını arttırır. Kalb ve ruha ise gıda olamaz.

Nefsin aslında çok az olan ihtiyaçları, gereğinden fazla yerine getirildikçe şımaran, azgınlaşan nefis daha fazlasını ister. Nefsi doyurmaya çalıştıkça onun açlığı artar. Kazandıkça yeni istekler üretir fakirliği artar. Nefsin artan isteklerini yerine getirmekle mutlu olacağını sanan, gerekmediği halde daha fazla çalışmaya veya haram yollarla zengin olmaya çalışır. Böylece kazanmaya çalışırken asli işlerini ihmal eder, çok yıpranır, ailesini, ruhunu ihmal eder. Kalb ve ruhunu yaralayarak aslında tükenir. Kazandığı paraları açlığı artan nefsin istekleri doğrultusunda harcar, israfa, günahlara dalar yine tükenir.

Hasılı, Allah'ın çizdiği sınırların en güzel, en mutlu edici olduğunu fark etmeyen, asıl olmayanı asıl zanneden, daha fazla tüketmekle daha mutlu olacağını sanan dünya da bile mutlu olamıyor. Gereğinden fazla alınan ilaç zehir olduğu gibi, gereğinden fazla cismani lezzetler hayatı zehire çeviriyor. Hem kazanırken tükeniyor hem kazandığını tüketirken tükeniyor.

Aslonanın, önceliği olanın kalp ve ruhun ihtiyaçları olduğunu ve cismani tüketiminde kalp ve ruhun devamına hizmet ettiği için lezzetli olduğunu ve onların asıllarını hatırlatan, asıllarına teşvek eden numune olduğunu fark etse, maddi nimetlerden istifadesi de manevi lezzetlere (istifaza) dönüşecektir.

Hiç yorum yok: